26.07.2014
SIRMA KARASU - HABER TÜRK
Nostaljiden öte bir taş plak deneyimi
Murat Bardakçı’nın Habertürk TV’de yayınlanan “Tarihin Arka Odası” programında ilk kez dinleme imkânını bulduğum o sihirli ve berrak tınıların sahibi, “Alaturka Records”un fikir babası Uğur Işık’la konuştum bu hafta. Müzik için hatta daha da derine inersek toprağının kültürü için meşakkatli ve titiz bir çalışma sergileyen ekibiyle birlikte son 5 sene boyunca “Girizgâh” albümünü nasıl hazırladıklarını bizzat ondan dinledim. Albüm Deezer ve bilumum dijital müzik platformunda mevcut. Özelliği ise meyhane ortamı alaturka müziğini laubali ve ağdalı tavrı olmadan samimiyetiyle sizi sarıp sarmalaması. Sanki enstrümanlar ve solist “Aman Doktor”, “Cici Beyim Gel” ve İnci Çayırlı’nın söylediği “Yeşillendi Yine”yi yanı başınızda söylüyor. Alaturka Records ikinci albümünü çıkarana kadar bundan daha iyi bir yerli albüm dinleyeceğinizi sanmıyorum.
“Girizgâh” albümü, bayramda aile büyüklerine taş plaklara sakladıkları anılarını hediye etmek için birebir.
Alaturka Records projesinden bahsedelim. “Taş plak kalitesinde müzik” fikrini bulduktan sonra neler yaptınız?
Üçüncü albümü hazırlarken evde arkadaşlarla toplandık ve “Biz ne dinliyoruz” dedik. Genel olarak taş plak dinliyoruz. Madem imkân da var, taş plak stili kayıtlar yapmaya karar verdik. Şarkıları taş plaklardan çalışarak söyledik fakat olmadı. Bire bir söylememize rağmen o duygu ve samimiyeti verememiştik. “Mesleğinin zirvesinde, Türk müziğini temsil eden insanlarız, bu nasıl olur” derken bir anda kirlendiğimizi anladık. Etrafta duyduğumuz seslerden kulaklarımız bozulmuş. İnsan duyduğu seslerden ister istemez etkileniyor.
İlk kayıt başarısız olunca ne yaptınız?
Taş plakların bir kısmında geçmişi yansıtan çok kaliteli izler var. Ancak biz yine de en eski yazılı kaynaklara dönerek Ali Ufkî Bey (Wojciech Bobowski) ve Dimitri Kantemir’i inceledik. Türk müziği genelde meşk usulüyle kulaktan kulağa geldiği için geçmişi ve yakın dönemi bunlara bakarak incelemeye karar verdik. Yazılı kaynaklarda işin stili, icrası, ne yapılması gerektiği ve ne yapılmaması gerektiği görünüyor. O dönem müziği için ne yapılmaması gerektiğini bilmek daha önemli.
Ne yapılmaması gerekiyor?
Dönemin Türk müziği Batı müziğiyle kıyaslandığında hızı nedeniyle ikisinin paralel gittiği görülüyor. O dönemde müzikte vibratolar yok, süslemeler yok, nasıl çalmanız gerektiği ortada. Bir de müzik daha erkek... Erkekle kastettiğim mehter ve dini müzik altyapısı olan müzikler. Zaten bu iki motif her müziğin altyapısında mevcut, acınaklı öğelerinse henüz alaturka müzikte yeri yok.
‘MEHTER GİBİ SAVAŞ KAZANDIRACAK MÜZİĞİNİZ VARSA...
Aslında bu projenin meyvesi sadece Girizgâh albümü değil. Tüm süreci ve daha fazlasını sunan arşiv değerinde bir web siteniz de var...
Amaçladığımız noktaya varmak için 5 senelik hazırlanma sürecimizde, ortalama 90 yaşlarında müzisyenlerin fikirleri, yaşantıları ve meşk usulüyle onlara geçen deneyimlerinden de yararlandık. Bu görüşmeleri videoyla çektik. Sitemizden ulaşmak mümkün.
Kültürel ve sanatsal bir değerimiz olması dışında alaturka müziğin önemi nedir?
Eğer mehter gibi savaş kazandıracak güçte kaynağınız varsa müziğin sağladığı bu enerji kullanılmalı. Dünya mehterimize bakmış, özenmiş ve hayranlık duyarak bu müziğe “Alaturka” demiştir. Günümüze yaklaştığımız zaman ise süsler ve acınaklı dönemler başlıyor. Zaman değiştikçe müziğin değişmesi, hareket etmesi gerekiyor zaten. Taş plaklara kadar düzgün değişmeyi görüyoruz. Sonra bu değişerek gelen stil kayboluyor ve başka müziklerle karışık bulanık bir dönem başlıyor.
Taş plak döneminin “bulanıklaşması” ne zaman başlıyor?
30’lar 40’lar gibi... Sonrasıysa etkileşim dönemi, yeni şeyler gelirken taş plak stili kayboluyor. Başka şeyler giriyor. Hafife alınıyor belki de. Ama en önemli etken müzisyenlerin bunu sahiplenmemesi.
‘SÜSLEYELİM DERKEN ALATURKA’YI MEYHANEYE TAŞIDILAR’
30’lu ve 40’lı yıllarda Batı tarzı müzik yapma çalışmaları başlıyor. Batı tarzı müzik yazma bilgisine tam hâkim olunmaması bozulmanın sebeplerinden olabilir mi?
Alaturka’nın Batı’ya dönük yüzü taş plaklarda da var. O güzel bir renk. Maalesef ucuz kahramanlık da var. Alaturka müziği tam öğrenmeden duyduğu kadarıyla “Ben bunu yaparım” diyen çok müzisyen var. Türk müziğini 4-5 notadan ibaret sanıp tamamen vâkıf olmadan “Bunu çok sesli yapalım”, “Süsleyelim”, “Şova çevirelim” diyen müzisyen de çok. Alaturka müzik böylece meyhanelere taşındı. Herkes alaturka müzik ve taş plak döneminden hoyratça bir şeyler kopardı aslında.
Alaturka müzik söyleyen bu kadar çok isim varken, neden Alaturka Records kalitesinde başka hiç iş yapılamıyor?
“Dönülmez Akşamın Ufkundayım” şarkısını söylemeyen kalmadı. Ama eğer Münir Nurettin Selçuk’tan dinlediğinde “Ben de böyle okuyorum” diyorsa burada bir sorun var. İki enstrüman ve solist eşliğinde Münir Bey’in yorumladığı eserin bir dakikası için bir hafta uğraşıyoruz. Taş plaktan eserin matematiği, dengesi, makamsal dengesi, yorumu, yorumcunun ve devrinin tavrını üst üste ekliyoruz. Bu işin püf noktası bu kadar yoğun uğraşa rağmen dinlediğinde eserin kulağa samimi gelmesi.
Alaturka eserlerin Batı klasik müziği formunda, piyano gibi Batı’ya özgü enstrümanlarla çeşitlemelerinin yapılmasına ne diyorsunuz?
Denemelerin hepsine onay verebilirim ama öğrenmek şartıyla. Ancak bu işi deneyenlerin gerçek alaturka müziği öğrendiğini düşünmüyorum. Türkiye’de öğrenmeleri halinde bu işi hakkıyla yapabilecek çok sayıda klasik müzikle uğraşan insan var. Burada önemli olan kahramanlığa soyunup “Türk müziğini kurtarmak” anlamında değil de klasik müziği bu topraklardan beslemek anlamında bir iş çıkarmak. Ama bir Aşık Veysel’i, Dede Efendi’yi, Itri’yi çok sesli yapmak, Batı müziği formunda çalmak mümkün değil.
Mikrodalgadan yemeyin, opera dinleyin!
D-Marin Turgutreis Uluslararası Müzik Festivali’nin bu seneki yabancı konuklarından Arjantinli Tenor Jose Cura, modern dünyada opera ve klasik müziği anlattı
31 Temmuz-3 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşecek D-Marin Turgutreis Uluslararası Müzik Festivali’nin bu seneki yabancı konuklarından biri Arjantinli Tenor Jose Cura. 20 seneyi aşkın kariyerine Leoncavallo’dan “Pagliacci”, Verdi’den “Otello” ve Puccini’den “Tosca” gibi ünlü operaların başrollerini sığdıran Cura ile modern dünyada opera ve klasik müziğin yeri üstüne konuştum.
“Placido Domino’nun Veliahtı” veya “4. Tenor” diye tanıtılıyordunuz. Bu klişeyi atlatıp nasıl nev-i şahsına münhasır bir isim oldunuz?
Ah, ama 20 yıl önceki gerçeklerden bahsediyorsunuz. Bu tip şeyler hep revaçta ve her zamanki basın klişeleri. Nihayetinde harcanan vakit ve çalışmayla bir şeyleri bir yerlere koyabiliyorsunuz ve böylelikle kendiniz olabiliyorsunuz. Herkes gibi kendinize has iyi ve kötü özelliklerinizle.
Sarah Brightman’la düetiniz var. Ana akım klasik müzik yapan The Tenors, Il Volo gibi isimler hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce klasik müzik ve operaya getirilen popüler bakış açısı, bu türlerin yeniden canlanmasına yardımcı olabilir mi?
Her şeyden önce kalite! Eğer elinizde kaliteli bir ürün varsa, o zaman kimse sizi profesyonel anlamda yargılayamaz; sadece “Beğendim/ Beğenmedim” şeklinde konuşabilir. Ama ürünün kalitesi kötü ise, onu hak ettiği yere koymak tüketiciye, pazara bağlıdır. Eğer pazar, kötü ürünleri reddederek kendini korumuyorsa -genellikle olduğu gibio zaman bekleyip, görmekten başka yapacak bir şey kalmıyor.
Sizce devlet ve özel sektör fonları, Türkiye gibi opera ve klasik müzik performanslarının her geçen gün azaldığı ülkelerde bu türleri canlandırmak açısından ne kadar önemli?
Klasik sanatın dezavantaj ve avantajları var. Avantajı; uzun ömürlü klasik sanat, moda, zevkler, pazar gibi etkenlere karşın “harikalığın” bir döneme ait olmadığını kanıtlamıştır; kalıcıdır, sonsuzdur. Dezavantajı ise klasik sanatın, tüketici üzerinde yarattığı zevk derecesi, tüketicinin bu tip bir sanatı anlamak için sarf ettiği zamanla alakalıdır. Şimdilerdeki problem ise, insanların artık vakite “yatırım” yapmak veya zevk almaya yönelik bir çaba göstermek istemiyor olması. Herkes “hemen tatmin olmak” istiyor veya hiçbir şey. Böyle bir senaryoda tabii ki her çeşit ekonomik destek önemli, ama biz kafalarımızı değiştirmezsek ve istediğimiz şeylerle daha çok meşgul olmazsak, dünyanın bütün paraları bile bir şeyi değiştirmez.
‘OPERA HÂLÂ FUTBOLDAN DAHA UCUZ’
Günümüzde opera sıklıkla “yapay” ve “elitist” olmakla eleştiriliyor. Sizce bu önyargının üstesinden gelmek mümkün mü? Mümkünse nasıl?
Bu soru yine bir önceki soruyla bağlantılı. Eğer “elit” kelimesi ile zengin derinlikte bazı şeylerin tadını çıkaran küçük insanlar grubunu kast ediyorsanız yani sarhoş olma hissi için değil de iyi bir şaraptan tadı için zevk alan, arkadaşlarına önceden hazırlanmış, mikrodalgada yapılmış yemekler sunmak yerine, vaktini ayırıp özenle iyi bir yemek hazırlayan insanlarsa o zaman evet; klasik sanat bu tür elitler için. Ancak elit kelimesi ile ekonomik gücü yerinde olan insanları kast ediyorsanız, size bir iyi bir de kötü haberim var: İyi olan şu ki; opera hâlâ futboldan daha ucuz. Tabii eğer La Scala’da bir açılış gecesine gitmezseniz. “Star” -yıldızolmayan, ancak çok iyi sanatçıları olan normal operalar çok çok uygun fiyatlara sahip, hatta bazen sinemaya gitmekten bile daha ucuz. Kötü haber ise klasik sanatların zevkini çıkarmamak için, bahane paraysa, bu ancak gerçeği saklamak için bir mazeret olabilir; “fast food” olmayan bir ifade biçiminin nasıl takdir edilebileceğini öğrenmeye vakit harcamak istemiyorsunuzdur.
KAYNAK :
http://www.haberturk.com/yazarlar/sirma-karasu/974055-nostaljiden-ote-bir-tas-plak-deneyimi